20 Şubat 2020 Perşembe

BEYAZ


 BEYAZ

    İlkokulda önlüğümün altına yeşil bir pantolon giydirirdi annem. Ablamdan kalma bu rengi solmuş mavi önlüğün içine yakasından daima görünen renkli ve kalın kazaklar giyerdim. Saçlarım o meşhur şemsiye modeli,lastikle bağlanmış,daha doğrusu bildiğiniz don lastiğiyle bağlanmış olurdu. Tokanın olmayışını, don lastiğinin üzerine mavi bir kurdele dolayarak telafi etmeye çalışırdı annem. Ama illa ki o lastik bir yanlardan çıkar, kendini ele verirdi. Bu harika kombinimi mutlaka bir numara önden giden ayakkabılarım tamamlardı.

   Bir de beyaz kızlar vardı. Masmavi önlük altına o zamanlar muz çorap denilen pürüzsüz ince çoraplar,beyaz dantel yakalar,önlük içine balıkçı yaka bembeyaz kazaklar, saçlarda fiyonklu beyaz lastik tokalar. Ha tabi, mutlaka kırmızı veya siyah parlak, tek bantlı ayakkabılar.

   O beyaz kızlar ve benim gibi rengarenk kızlar okulda belge istenmeksizin ayrıştırılabilirlerdi. Köyden gelenler ve ilçedekiler... Beyaz kızlar ödevini yapmazsa mutlaka geçerli bir sebepleri olurdu. Ama uyumsuz kombinli kızlar ödevini yapmamışsa tembeldi,yaramazdı. Buna inanırdım. Çünkü öğretmenim mükemmeldi. Her şeyi bilen, kusursuz bir varlıktı o ve mutlaka bu konuda da haklı olmalıydı. Herhalde beyaz renk diğer tüm renklerden daha üstündü ki parmak kaldırırken bile öncelik onlarındı. Kendimi fark  ettirmek için parlak ayakkabılarım ve beyaz-mavi uyumumun olmasına imkan yoktu. Olsa bile köyden geliyor olma gerçeğimi değiştiremezdim. Ders çalışmam gerektiğini anlıyordum. Bazı sabahlar ezanla uyanıp ders tekrarı yapardım o küçücük yaşımla. Ve başardım. Öğretmenim artık beni de beyaz görüyordu.Ödevlerimi yapar,parmak kaldırdığımda ilk söz alanlardan olurdum. Kendimi beyaz kızlardan sanmaya o kadar kaptırmıştım ki kusursuz öğretmenim gözümde daha da devleşiyordu. Artık kayıtsız bir şekilde ona inanıyor ve tapıyordum. Çünkü o benim renklerime aldırmadan, beni de onlardan saymıştı. Bu büyük bir lütuftu. Ta ki 5.sınıfta içeriye elinde bir poşetle gelene kadar.Bana sınıfın ortasında kendi kızının eskilerini giydirene kadar. İşte o zaman onun gözünde hala beyaz kız olmadığımı anlamıştım. Ne yaptım sizce? Giydim. Getirdiği kıyafetleri hep giydim. Çünkü öğretmenim bunu uygun görmüşse kesinlikle bir bildiği olmalıydı.

   Beyaz kız olma mücadelem bana akademik başarıyı kazandırmıştı. Hala köyden geliyor, uyumsuz ve eski giyiniyordum. Ancak büyüdükçe kendi içimde beyaz kız olma isteğimin söndüğünü fark etim. Başarıyor, önde gidiyor, okuyor, okudukça da anlıyordum. İnsanlar beyaza tapıyordu hala. Siyah ve beyaz vardı onlarda. İyi ve kötü, zengin ve fakir,çalışkan ve tembel, akıllı ve deli, yüksek koltuklar ve ayak altları,lükse kul oluş ve silinip gidişler... Neredeyse tüm insanların bu zıtlıkları vardı. Ve ben bu zıtlıkları çok küçük yaşlarımda, kusursuz sandığım birinden acıyla beraber tatmıştım. Büyüdükçe farklı şekillerde karşıma çıkıyordu. Ancak eskisi kadar çok acıtmıyordu.

   Öğretmen oldum. Kusursuz değilim, hiçbir meslektaşım da değil. Ama biliyorum öğrencilerin gözünde her zaman öyleyiz. Benim için okulda siyah ve beyaz yok. Gökkuşağının tüm renkleri var. Hepsi bir arada ve hepsi uyumsuzlukların uyumu içinde. Hepsi kıymetli,değerli,zıtlıklar içinde görmezden gelinemeyecek kadar parlak ve güzeller...

   Bir beyaz kız olamayan ama tüm renkleri içinde barındıran bir öğretmenden...




Devamını Oku »

1 Aralık 2018 Cumartesi

PENCERE ÖNÜ 


   Sana beni burdan kurtar demiştim. Dayanamıyorum,katlanamıyorum artık demiştim. Belki böyle düpedüz diyemedim ama hissedemez miydin?
Her sabah ve her akşam işten dönüşünde dırdır edercesine söylendim. Kurtar beni. Duymadın,görmedin,bakmadın.


   Bir keresinde duyacak gibi oldun. Ama aklın dünyevi şeylere takıldı başını çevirdin. Hatırladın mı? Hani o kahverengi  kalın ekose ceketin ve bu ceketle hep boynuna sardığın lacivert atkın vardı o gün üzerinde. Soğuktan kızaran yanakların heybetli omuzlarının karşısında yaramaz çocuklar gibiydi. Sen yürüdükçe sarsılan yerle dalga geçer gibiydi gamzelerin. Sanki bir yanın masaya yumruğunu vuruyorken bir yanın acıyan elini üflüyordu. İşte o gün hiç sağa bakmadan yürüdüğün bu sokakta başın sağa dönüverdi. Ve ben seni ilk gördüğüm andan bu yana ömrümce hiç böyle bir heyecanı hissetmemiştim. İşte duyacak beni dedim ki...dairenin altındaki fırına çevrildi gözlerin. Belli ki kahvaltı etmemiştin. Geç uyanmıştın belki de. Acaba gece uykusuz kalmana sebep neydi? Baktın ve geçtin... Ve ben yine,içim buruk kalakaldım öylece.

   Tam iki buçuk yıl beni duy istedim. Bir kez olsun gözlerini tam görebilmek istedim. Olmadı. Sen her sabah bu yoldan işe giderken ben küçük odamın camındaki manzarayı kaldırıp seninle yürüdüğüm yolları düşledim. Ve her akşam dönüşünde içimde bir anne,bir eş,bir çocuk sevinciyle yolunu gözledim. Ama duymadın beni,görmedin. Dayanamıyorum,katlanamıyorum dedim. Duymadın. Kendimi bildim bileli ne iki ayağım üzerinde dimdik durabildim ne de tek bir söz edebildim. Evet belki ne tam bir insan,ne tam bir vücut...Hiçbiri...Ama hiç kimsenin hayatını yarım yamalak bırakmayacak bir kalbe sahiptim.     Duymadın...
Devamını Oku »

10 Kasım 2018 Cumartesi

AÇLIK


  Yine kendiliğimden uyandığım, etrafın koca bir sessizliğe büründüğü, apaydın bir sabah. Kar var... Diz boyu kar... Saatim altı buçuk. Bir çırpıda kalkıp hazırlandım. Servisin kalkışından erken sokakta olmalıyım. Neden mi? Soğuk... Soğuk,çünkü sokakta kar yorganının altında uyuyanlar var.

  Bayat ekmeği almak için gittiğim bakkalın oğlu orada yine. Yüzünde gevşek bir gülümseme. 'Erkencisin hocam,hayırdır? 'Hayır... Sizlerin imkan içinde aklının ucuna dahi getiremediği bir hayır. 'Köpekler.' diyorum,anlamıyor. Anlamasın da.

  Küçük ilçenin çarşısında bir u çiziyorum. Tüm esnaf bana öfkeyle bakıyor. 'Az öteye koy hocam ekmekleri, daha yeni süpürdüm.' Aman kirlenmesin o kazıkçı marketin. 'Sen besliyorsun,gelip bizi ısırıyorlar sonra!' Hayvan da biliyor demek ki lüzumsuzluğunuzu. 'Nasılsa belediye yakında icabına bakar.' Al taşı eline,vur başına,erkenden öldür. Yaşamak ister miydi sizin gibi vicdansızların dünyasında acaba? Daha doğrusu doğmak.

  Az kaldı ekmeğim,vaktim de. Son bir sokak var, oraya da girdim mi işlem tamam, vicdan rahat.
İki koca köpek,masum birer bakış atıyorlar. Sanırım öğrencilerimden sonra en sevdiğim bakışlar onlarda. Bir bütün ekmeği kardeş payı yapıyorum. Sokakların mecburi kardeş yaptığı bu iki cana. Ve kardeş kavgasını bir kez daha yaşıyorum onlarla. Açlık  bu mahlukatlara da kavgayı öğretiyor. Halbuki az evvel uyanmışlardı soğuk Kars sabahına. Bendeki de laf ama! İnsanoğlundaki açlığın sanki nelere sebep olduğunu bilmiyormuşum gibi.

  Bu açlık fizyolojik olan değil.
Bazen oluyor, bu iki köpek kavgası bizim tarafımızda iktidar kavgasına dönüşüyor. Açlık: koltuğa...
Bazen iki genç kız kavasına. Açlık: ilgiye,sevgiye...
Bazen bu kavga içimizde. Ben ve ben, sen ve sen kavga ediyoruz. Açlık: doğru kararlara...

  Açız.Hepimiz açız! Hepimizin açlığı başka. Doyar mıyız bir gün? Bilmem. Ne yapılmalı? Ufaktan başlanmalı. İnandığının peşinden koşmalı. Hataları kulaktaki küpe gibi taşımalı, bir daha yapmamalı. Uzanmalı bir ele. Bazen sevdiğine, bazen bir garibe, bazen bir acize. Ufak, ufak... İnanın küçük dünyamızda büyük tesirlere sebep olacak.


                                                                                                                                                03.12.2016

Devamını Oku »

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Bütün-Beyinli Çocuk


BÜTÜN-BEYİNLİ ÇOCUK




Bu yazımda ele alacağım New York Times Bestseller listesine alınmış;bir ebeveyne,bir öğretmene,bir gence ve kişisel gelişime önem veren herhangi bir bireye yol gösterici olabilecek bir kitap.


Kitabın yazarları nöro-psikiyatrist Daniel J. Siegel ve aile danışmanı Tina Payne Bryson.
Daniel J. Siegel Harvard Üniversitesi'nden mezun bir doktor. Türkçe basılmış bir kitabı da Akıl Gözü adındaki bir kişisel gelişim kitabı. Ayrıca TEDx'te yaptığı oldukça beğeni gören bir konuşması da var ulaşabildiğim.



Erkek bir doktor ve kadın bir psikoterapistin bir araya gelerek oluşturduğu bu kitap kişisel gelişim kitaplarına önyargılı bakan pek çok okurun tabularını yıkabilir bana göre. Çünkü ben de 'Mutlu olmak için 5 adım, hayatınızı 7 günde değiştirin...' gibi klişelerden oldukça sıkılmıştım.


Bu kitabı seçmemdeki sebep yeni eğitim-öğretim yılında 1.sınıf öğrencileri ile beraber olacak olmam. Oldukça kritik bir yaş ve süreç olan 1.sınıf çocukları açıkçası beni korkuttu. Üniversiteden edindiğim bilgilerin yanına bir şeyler koymam gerekli dedim. Çünkü biliyorum ki okuma-yazma öğretmeden daha önemli olan şey davranış edimleri. Çocukların psikolojik,pedagojik ve sosyolojik olarak yaşadığı problemleri görebilmem ve müdahale edebilmem gerekli. Bu kitap bana ne kattı?



Kitaptaki verilmek istenen kazanımlar örnekler üzerinden aktarılıyor. Yazarların danışanlarının ve hastalarının problemleri üzerinden çözüm önerileri aktarılıyor. Böylece akademik bilgiye boğulmuyorsunuz. Kafanızda bir şeyleri canlandırmak ya da günlük hayata aktarmanız kolaylaşıyor. Yabancı da olsa çocuk çocuktur ve sorunlar benzerdir. Ha evet benim köy çocuklarım izci kampıyla futbol rövanş maçı aynı güne denk geldi diye sıkıntı yaşamıyorlar ve bunu çözmekte zorlanmıyorlar ama onların da ikilemde kaldığı ve çözüme ulaştıramadıkları problemleri oluyor.


Kitapta her şey beyni bütünüyle kullanmaya odaklı. Evet,hepimiz biliyoruz,sağ ve sol beyin var. Bunların işlevleri farklı. Ama bu iki kısmı nasıl entegre kullanabileceğimizi bilmiyoruz.
Bir de ortaya alt ve üst beyin çıkıyor bu kitapta. Çoğumuzun duymadığı iki kavram bu. Peki onu nasıl entegre kullanırız? Kitap bunların hepsini gerek örneklerle gerek karikatür ve resimlerle gayet güzel anlatıyor,sıkmıyor,boğmuyor.



Örneğin alışveriş merkezinde,sokakta,çarşıda,pazarda çocuğunuz bağıra çağıra ağlıyor. Susturamıyorsunuz,panik oluyorsunuz,sinirleniyorsunuz. Her öğretmenin ya da ebeveynin kendince çözümleri var. Bazıları can yakıcı,bazıları travma yaratıcı,bazıları da psikolojik olarak yaralayıcı olabiliyor. Kimi zaman çözüm sandığımız uygulamalar kısa süreli bir geçiştirici oluyor.



Gayet mantıklı öneriler bulduğum ve sanki üniversitede ders dinliyormuşçasına notlar aldığım bu kitabı hem kendiniz hem de çocuklarınız için okuyun derim. Önce duyguları,sonra düşünceleri,sonra da davranışları yönetmede belki devrim niteliğinde şeylerle karşılaşmayacaksınız ama ufak nüanslarla kendinize artılar katacaksınız.
Devamını Oku »

3 Kasım 2016 Perşembe

Umut-Hayat Akan Bir Sudur/Ayşe Kulin

UMUT-Hayat Akan Bir Sudur

AYŞE KULİN
Everest Yayınları




  Ayşe Kulin'in 1924-1941 yılları arasındaki İstanbul'u anlattığı,2009 yılında yayınlanmış romanı.

 Ayşe Kulin'in Füreya,Sevdalinka ve Köprü romanlarından sonra okuduğum dördüncü romanı. Ancak farketmeden yaptığım hata şu ki Umut; Veda adlı romanının devamı niteliğinde imiş. Ben bunu kitabın yarısına geldikten sonra fark ettim ve bırakmadım okumayı. 
 Ayşe Kulin akıcı,yalın bir anlatıma sahip geneli biyografik romanlarıyla ünlü bir yazar. Bu romanında da aynı anlatım özellikleri okuyucuya büyük bir keyif veriyor.

Romana Kısa Bir Bakış

  Romanda iki aile anlatılmakta. Bosna'nın masada kaybedilmesinin üzerine İstanbula taşınan Boşnak Zeki Salih Kulin ailesi(yazarın Kulin soyundan gelmektedir) ve Osmanlı'nın son Maliye Nazırı Ahmet Reşat Yediç'in ailesi.
  Cumhuriyetin ilanı ve İstanbul'un hızla değişimi etkisinde kalmış Müslüman iki aile. Bir yanda Zeki Salih Bey'in Sultanahmet'teki konağında yeni hayatına ayak uydurma çabaları, diğer yanda da Beyazıt'taki konakta sürgünden dönen Ahmet Reşat Bey'in kalabalık ailesiyle sürdürdüğü hayatı.
  Romanda karakter sayısı çok fazla,iki hikaye anlatılıyor. Ve tabiki bu iki ailenin hikayeleri bir noktada birleşiyor. 
  Ana karakterler Ahmet Reşat Bey'in kızı Sabahat ve Ermeni genç Aram iken birden Kulin ailesinden Muhittin ve Ahmet Reşat'ın torunu Sitare oluyor.

Bence


  Sabahat ve Aram arasında etnik kökenden dolayı kavuşulamayan bir aşk... Roman bu açıdan mutlu son ile bitmiyor. Dediğim gibi ana karakterler birden değişiyor. Tek hoşlanmadığım nokta Aram'ın annesinin,benim inanmadığım,Ermenilere yapılan kötülükleri anlattığı bölüm.


  Romandaki en sevdiğim karakter inşaat mühendisi Muhittin Kulin. Onurlu,başarılı,inançlı bir mühendis. Türkiye'de lisans eğitimini tamamlayıp Almanya'ya giderek kendini geliştirdikten sonra vatanına hizmet etmek için Türkiye'ye dönüyor.İnşaat mühendisi olmasına rağmen alanı dışında kendine verilen görevleri de layıkıyla yerine getiriyor.Yılmadan,zorluklara göğüs gererek Adana'da, Fırat'ta, Karadeniz'de hizmetlerini sürdürüyor. Muhittin sayesinde üst mevkilerin,siyasilerin aksayan yönlerini görüyoruz. Onunla o zamanlar İstanbul dışının taşra sayıldığı Anadolu'ya da iniyor, yoksulluğu ve savaştan sonraki insanlarımızı görüyoruz. 






  Muhittin'in 30 yaşına kadar aşkı bulamayıp bir gün ilk gördüğünde 'evet o benim hayatımı geçireceğim kadın'diyeceği günü beklemesi bize umudu yaşatıyor. Evet, Boşnak Muhittin'in hayatının aşkı Sitare.İlk gördüğünde aşık oluyor ona. Roman bir kız çocuklarının dünyaya gelişi ile sonlanıyor.


  Ayrıca romanda Atatürk'ün ölümü,2.Dünya Savaşı'nın başlangıç evresi,Erzincan Depremi de kısaca anlatılıyor.

  Ayşe Kulin tarih sahnelerinin içine büyük aşkları en iyi şekilde yerleştirebilen yazarlardan biri bence. Sıkıcı bilgi aktarımlarına girmeden bir aşkı okurken kendinizi tarihi de öğrenmiş olarak buluyorsunuz. Okunmaya değecek,tavsiye listesinde olacak bir eser.

Devamını Oku »

24 Ekim 2016 Pazartesi

İlk Öğretmen/Cengiz Aytmatov

İLK ÖĞRETMEN-CENGİZ AYTMATOV

Elips Kitap



 ''Ağlama Altınay.''dedi.''Birlikte diktiğimiz kavakları ben büyüteceğim.Büyük bir kadın olup da döndüğün zaman ne kadar güzel olduklarını göreceksin.''

 Cengiz Aytmatov'un bir solukta okunabilecek kısa bir hikayesi. Elips Kitap'ın 62 sayfalık basımıyla bir günlük okumalarınıza sığdırabileceğiniz etkileyici bir eser.

Kısa Bir Bakış

 Altınay 14 yaşında annesini ve babasını kaybetmiş, amcası ve teyzesiyle yaşamak zorunda kalan akıllı bir Kırgız çocuğu. 1924 yılında yoksul ve cahil bir köyde yaşamaktalarken köye gelen,köyün eski ailelerinden birinin çocuğu olan, askerliğinde okuma yazma öğrendiği için köyüne öğretmenlik için gönderilen Duyuşen ile köyün sıradan yaşantısında değişiklikler olur.


 Köylüler çocukların okumasının gereksiz olduğunu,kendi halinde hayvancılık ve tarım yapan bir köy olduklarını iddia ederek Duyuşen'in bu girişimini desteklemezler. Duyuşen tek başına eski bir tavladan okul yapmaya çalışırken Altınay topladığı tezekleri gizliden okula götürür. Böylece öğretmeni Duyuşen ile aralarındaki bağ fark etmeden başlamış olur. 



 Kendisi bile alfabeyi doğru düzgün bilmeyen bu ilk öğretmen büyük bir özveriyle ne biliyorsa en iyi şekilde öğrencilerine aktarmaya çalışır. Köylerinden dahi çıkmamış bu öğrencilere şehirleri,denizleri,dünyayı anlatır. Onların ufkunu geliştirmek için her şeyi yapar. Gün gelir onları karda sırtında taşır. Tek isteği okumalarıdır.



 Altınay'ı teyzesi okula göndermek istemese de öğretmenin girişimleri sonucunda okula başlar. Oldukça başarılı ve akıllı bir kız olan Altınay'a öğretmeni yürekten inanır ve onun şehre giderek eğitiminin devamını getirmesini ister.  Ancak bu sandığı kadar kolay değildir. Teyzesi ve amcası Altınay'ı yaşlı bir adamla ikinci eş olarak zorla evlendirir. Duyuşen ne yapar eder onu buradan kurtarak şehre gönderir.



 Altınay Moskova'da öğrenimini tamamlar, Sibirya'ya Tomsk Üniversitesi'ne gönderilir. Artık başarılı ve ünlü bir profesördür. Yıllar sonra köylerindeki bir okul açılışına davet edildiğinde Duyuşen'le karşılaşmaya dayanamadığı için oradan halka bahaneler uydurararak kaçar.


Bence;

 Bu eserde yüzyıllardır var olan cehaleti ve ön yargıyı görmek mümkün. İç savaşın henüz bittiği Sovyetler Birliği'ne gidip Ekim Devrimi'nin etkilerini küçük bir Kırgız köyünde bizlere gösterir. 
İlk öğretmenin ne denli önemli olduğunu, bir çocuğun istendiğinde neler başarabileceğini,umudu,inandığının peşinden gitmeyi,ilk aşkı ve ön yargılarla savaşmayı öğretir bize bu kısacık eser.



Devamını Oku »